Devletlerin yönetim şekillerini ve işleyişini düzenleyen en önemli hukuksal dayanak Anayasadır. Konu hakkındaki bilgileri paylaşmadan önce “ANAYASA” tanımının sözlük anlamı aşağıdaki gibi tanımlanmıştır.

“Bir devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme yargılama güçlerinin nasıl kullanılacağını gösteren yurttaşların kamu haklarını bildiren temel yasadır”.

Bu tanımlamadan hareketle Anayasaya aykırı yapılan ve/veya yurttaşların kamu haklarını kısıtlayan uygulamalar ile bunlara ilişkin yasal düzenlemeler hukuken geçersiz olmaktadır. Diğer bir anlatımla, yasalar Anayasaya aykırı olamaz.

Geçmiş yazılarımda Anayasamızın vergi ödevlerine ilişkin 75’nci maddesi kurallarına atıfta bulunarak vergi hukuku düzenleme ve uygulamalarında hangi ilkelere dikkat edilmesi gerektiğini açıklamaya çalıştım. Anayasamızdaki bu ilkeleri anımsatmak bakımından şu şekilde özetleyebiliriz:

Verginin kamu giderlerini karşılamak için alınması ilkesi;

Verginin mali güce göre alınması ilkesi,

Verginin genellik ve eşitliğe uygun olarak alınması ilkesi;

Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılım ilkesi;

Verginin yasallığı ilkesi;

Vergi yükümlülüğünün geriye yürümezliği ilkesi;

Vergide hukuki güvenlik ilkesi.

Bahse konu en üst normlardaki Anayasal ilkelere ilâveten bir de uluslararası vergi hukuku paralelinde vergi yasalarında yeralan veya yer alması gereken ilkeleri ise aşağıdaki gibi özetleyebiliriz. Ancak, bu ilkelerin anayasal ilkelere aykırı olamayacağı Anayasamızın 7.’nci maddesindeki kurallara aykırı olamaz.

Vergide ekonomik ve verimlilik yaklaşım ilkesi;

Vergide gerçek gelirin vergilendirilmesi ilkesi;

Vergide tahakkuk ilkesi;

Vergide dönemsellik ilkesi;

Vergide hak arama ilkesi

Vergi hukuku ilkeleri dikkate alındığında, verginin hukuki yapısından ziyade ekonomik etki yapısının önem taşıdığı görülmektedir. Verginin ekonomik yönlerinin çalışması ve geliştirilmesi, hukuki altyapısının ihmal edilmesini gerektirmez.

Sağlam hukuki ilkelere dayanmayan, gerekli gereksiz giderleri karşılamak için bütçeye kaynak sağlayıcı plansız ve programsız “ekonomik yaklaşımlarla” kurulan sistemlerin ve yıllarca kurulan ancak çağdaş ekonomik uygulamalar ile gerçekler dikkate alınmadan yaratılan uygulamaların tıkanması kaçınılmaz olmuştur.

Bu nedenle, vergi ile ilgili her çalışma, düzenleme ile uygulamada bu faaliyetinin hangi vergi hukuku ilkelerine dayandığı ve sosyo-ekonomik etkilerinin net olarak belirlenmesinin çok büyük yararı vardır. Başta bu yönde gösterilecek olan titiz çabalara ilişkin yapılacak düzenlemeler ileride karşılaşılacak çok sayıdaki sorunun çözümü veya önlenmesi için bir güvenlik unsuru olacaktır.

Öteyandan, Anayasamızdaki “eşitlik ilkesi” ülkemizde sadece yükümlüler arasında geniş yorumlanmakta olup ilke olarak farklı statülerde veya durumlarda bulunanlara farklı kuralların uygulanması aykırı bulunmamaktadır. Bu eksik bir yorumdur. Eşitlik ilkesinin fiiliyatta uygulanması için yükümlü ile devlet ve kamu kurumları arasında da eşitlik ilkesi bulunması gerekir. Nitekim, KKTC vergi hukukunda eşitlik ilkesinin sadece yükümlüler arasında mı? Yoksa aynı zamanda yükümlü ile devlet arasında da gözetilmesi gereken bir ilke mi olduğu KKTC’de henüz yeterince tartışılmamıştır.

Benim gibi birçok kişinin “eşitlikten” anladığı, vergi yükümlülüğü ile alacak ilişkilerindeki tüm süreler arasındaki eşitliktir. Yükümlünün vergiye ilişkin devlete karşı ödevleri bulunduğu gibi, bu yükümlülerin de hakları vardır. Bu durumun aynısı devlet açısından da sözkonusu olmalıdır. Diğer bir anlatımla, bu ilke sadece yükümlüler arasındaki eşitliklere ilişkin olmamalı, yükümlü devlet (vergi idaresi) alacaklı kamu kurumları arasında da bir eşitlik olmalıdır.

Nitekim, yükümlülerin vergi ödevlerini zamanında yerine getirmedikleri hallerde nasıl ki gecikme zammı ve/veya faiz ödeme zorunda bırakılıyorsa, devletin de yükümlülere gerekli vergi iade ve/veya ödemeleri zamanında yerine getirmemesi durumunda aynı orandaki gecikme zammı ve/veya faizin devlet ve kamu kurumları tarafından yükümlülere ödenmesi gerekir. Bu tür bir düzenleme yapılmadığı sürece devletin ve kamu kurumlarının yükümlü ile olan ilişkilerinde eşitlik ilkesinin mevcudiyetinden bahsetmek mümkün değildir.

Bu konuda tüm AB ülkeleri ile diğer demokratik ülkelerde yükümlüler ile devlet ve kamu kurumları arasındaki işlemlerde eşitlik ilkesi konusunda kesin kurallar mevcut olup bu kurallar AB Direktiflerinde de açıkça yeralmıştır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de bahse konu eşitlik kurallarını diğer AB ülkelerin de olduğu gibi uygulanmaktadır.

Bu konuda KKTC’deki uygulamalara bakıldığı zaman yükümlü ile devlet ve kurumları arasında vergi ödevlerinden biri olan ödeme uygulamalarında bir eşitlik ilkesinin olduğunu görmek mümkün olmadığı gibi bu konuyu düzenleyen hiçbir mevzuatın da bulunmadığını görmekteyiz.

Bırakın “eşitlik ilkesinin” uygulanmasını, ödevlerini yerine getiren yükümlülerin fazla veya yersiz ödenen vergi iadelerinin veya devlet ile kamu kurum ve kuruluşlarına mal ve hizmet teslim eden işletmelerin alacaklarına ilişkin ödemeler aylarca sonra yapılmakta ancak bu gecikmeler dolayısıyla haksahiplerine hiçbir faiz ödenmemektedir. Halbuki, yükümlüler ödeme yapmakta bir gün geç kaldıklarında onlardan gecikme zammı veya faizi tahsil edilmektedir. Bu durum en erken zamanda KKTC vergi hukukunda ve/veya kamu alacakları mevzuatında yeralmalı ve yükümlüler ile devlet (kamu kurum ve kuruluşları) arasında “eşitlik ilkesi” uygulaması gerçekleştirilmelidir. Maalesef, gelmiş geçmiş hükümetler kamu maliyesi uygulamalarında her zaman nasıl olursa ve hangi yöntemle olursa olsun bütçeye kaynak sağlama anlayışı içerisinde hareket etmişlerdir. Bu böyle olunca da yükümlülerin ve vatandaşların eşitlik ilkelerine ilişkin hakları gözardı edilmiştir.

Kaldı ki birçok ülkenin vergi ve bazı kamu alacaklarına ilişkin yasaları incelendiği zaman yükümlülüklerini belli bir zaman süresinden önce yerine getirenlere ise çeşitli esas ve kıstaslarda indirimler öngörüldüğünü de görmekteyiz.

Öteyandan, “verginin mali güce göre alınması ilkesi”, vergi hukukumuzda yeralmış olmakla birlikte denetimsiz veya amaç dışı teşvik ve istisnalar bu ilkeyi olumsuz etkilediği de ayrı bir gerçektir. Bu ilkeye göre mali güç arttıkça vergi yükünün de artması gerekir. Bu nedenden dolayıdır ki özellikle gelir vergisi uygulamasında artan oranlı vergiler ile matrahlar uygulanmaktadır. “Mali güç” ifadesi sadece gelir gücüne değil, aynı zamanda “servet gücünü” de içerdiğini ancak servetin vergilendirilmesine değişik yasal düzenlemeler olduğunun bilinmesi gerekir.

Mali güç ilkesi sosyal bir ilke olduğundan, vergi uygulamalarında halkın güçsüz kesimlerinin kollanması veya desteklenmesi zorunluluğu da sosyal devlet ilkesi bakımından kaçınılmazdır. Bunun sonucu olarak KKTC’de asgari ücretin tümü gelir vergisinden muaf tutulmuştur. Gerek vergilemedeki “eşitlik ilkesinin” gerekse daha sonra belirteceğim ilkeler dikkate alınması halinde yeni oluşacak hükümetin çağdaş bir vergi reformunun yapılmasında büyük katkılar sağlayacaktır. Yeter ki bilimselliğe ve gerçeklere dayalı siyasi irade olsun.

Tags:

No responses yet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir