Geçen haftaki yazımda uluslararası vergi hukukunda genel kabul görmüş Anayasa vergi hukukundaki ilkelere değinmiş ve bu ilkeleri Anayasa ve vergi hukuku ilkeleri olarak iki başlık altında ele almıştım.

Her ne kadar da iki başlık altında yeralan bu ilkeler ayrı içerikte olmalarına rağmen bunların genelde dayanacağı kamu maliyesi, ekonomik akla verimliliğe, temel insan haklarına ve ceza ile ödül prensipleridir. Diğer bir anlatımla, bu ilkelerin tümü uluslararası vergi hukukunun temelini oluşturmaktadır.

Örneğin geçen haftaki yazımda “vergi eşitlik ilkesini” açıklamaya çalışmış ve vergi uygulamalarında eşitliğin sadece vergi ödeme bakımından yükümlü ile vergi idaresi veya ilgili kamu kurumu (Belediye, Kıb-tek vs.) arasında olmadığını, aynı ilke kapsamında yükümlü ile bahse konu idare veya kurumlar arasında da yükümlü haklarının korunması bakımından gerekli olduğunu belirterek yükümlülere veya hak sahiplerine geç yapılan iadelerin veya mal ve hizmet alımı bedellerin faizleri ile birlikte ödenmesinin “eşitlik ilkesi” bakımından zorlu olduğunu açıklamıştım.

Bugünkü yazımda “verginin genelliği ve adaletli dağılımı ilkesine” değinmeyi uygun gördüm şöyle ki; genellik ilkesi vergi ödevlerinin ve öngörülen hakların “herkese”  ait olduğunu saptayan bir ilkedir. Bu konudaki “Herkes” kelimesi ülkede yerleşmiş (mukim) veya yerleşmemiş (mukim olmayan) olan yerli veya yabancı gerçek veya tüzel kişileri kapsamaktadır. Bunların hangi tür vergilere tabi tutulacağı, nasıl, ne zaman ve hangi matrah esası üzerinden vergilendirileceği ilgili vergi yasalarında düzenlenmiştir.

Verginin herkesten, eşit olarak alınması gerek adaletin gerekse rekabetin dengelenmesi bakımından önemlidir. Ancak, vergilemede eşitlik ilkesi mutlak bir kavram olmayıp eşitliğe mutlak olarak varmak sadece bir “matematik” konusudur. Diğer bir anlatımla Anayasamızın 75(1). maddesindeki genellik ile 8(1). maddesinde belirtilen eşitlik ilkeleri çakışmaktadır.

Öte yandan, Anayasamızın 75(1). maddesin de yeralmış olan “herkesin kamu giderlerini karşılamak amacıyla” vergi yükümlüsü olduğu öngörülürken aynı maddenin içinde yer alan “mali güce göre vergi ödeme” yükümlülüğü de her ne kadar da çelişen bir durum gösteriyorsa da diğer yükümlülükler yanında Anayasamızın 47. maddesi kuralları “ekonomik ve sosyal hayatın düzeni hakkında devlete aşağıda belirtilen bazı sorumluluk yüklemektedir.

“Ekonomik ve Sosyal Hayatın Düzeni

Madde 47

(1)          Ekonomik ve sosyal hayat, adalete,  tam çalışma ilkesine ve her yurttaş için insanlık onuruna yaraşır bir yaşam düzeyi sağlanması amacına göre düzenlenir.

(2)          Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek; bu amaçla ulusal tasarrufu artırmak, yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere yöneltmek ve kalkınma planlarını yapmak Devletin ödevidir”.

Bu konuda önemli olan bu iki ilke arasında çelişki gibi görülen koşulların Anayasada yeralan devlet yükümlülüklerinin ve sosyal adalet ilkesinin de dikkate alınarak yasal bakımdan en uygun ve sosyo-ekonomik koşullar bakımından da ülkeye yararlı olacak dengelerin kurabilmesi için gerekli düzenlemeleri yapmaktadır. Bahse konu düzenlemeler daha önce yapılmış olsa dahi bunların sürekli izlenmesi ve dünyada değişen koşullara göre revize edilmesi gerekir.

Bu konuya son vermeden önce “vergide eşitlik kavramının kulağa ve akla hoş geldiğini bunun ancak statü ve matrah türü ile miktar bakımından eşit olanlar arasında mümkün olması halinde önemli bir ilke olmaktadır. Nitekim bu konu da üç görüş mevcut olup bunlar aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür.

Eşit Oranlı Fedakârlık Görüşü: bu görüşe göre herkes “eşit oranda” vergi ödeme fedakârlığı bireylerin durumu dikkate alınarak alınmalıdır.

Eşit Fedakârlık Görüşü: bu görüşe göre herkes eşit miktarda vergi ödeme fedakârlığı dikkate alınmalıdır.

Asgari Fedakârlık Görüşü: bu görüşe göre yükümlüler arasındaki eşitlikten çok verginin toplum tarafından bir bütün olarak yüklenildiği dikkate alınmakta, verginin servet veya gelirin yükümlü üzerindeki marjinal faydası önem arzetmektedir.

Yukarıdaki görüşler incelendiği zaman başarılı bir uygulamanın elde edilebilmesi için her üç kriterin birlikte uygulanmasından başka bir yöntem bulunmamaktadır.

Özetleyecek olursak yukarıdaki ilkelerden ve görüşlerden hareket edildiği zaman;

Yalnız belirli kişiler veya zümreyi kapsayacak şekilde vergi konamaz ve/veya vergi yükü toplumun belirli kesimleri üzerinde yoğunlaştırılmaması;

Vergi istisna ve muafiyetlerinin, verginin yapısına ve anayasal ilkelere dayandırılması;

Vergileme oranlarının ülkenin sosyo-ekonomik gelişmesini engelleyici şekilde olamaması,

gerekir.

Son haftalardaki yazılarının içeriği çağdaş vergi hukukuna ayırmış olmanın nedeni, seçim sonrası oluşacak yeni hükümetin vergi uygulamaları ile düzenlemeleri konularda yapmaları gereken düzenlemelere ışık tutmaktır.

Tags:

No responses yet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir