Vergi, hukuksal bir kavram olmanın yanı sıra, bir de ekonomik kavramdır. Bu nedenle, vergiyle ilgili olayların anlaşılması ve yorumlanmasında, konunun ekonomik boyutunun da dikkate alınması gerekir.
Vergi yükümlüleri vergi ödememek amacıyla bazı hukuksal durumu ve işlemleri gerekçe göstermeye (TaxAvoidance) vergiden kaçınmaya çalışılırken bir diğer yükümlü grubu ise uygulanan vergi politikalarının ekonomide yarattığı olumsuzlukları gerekçe göstermektedir. Bu gibi durumda verginin ekonomik yükünün ortaya çıkarılması bu ilke kapsamı gözönünde bulundurularak yapılacak vergi düzenlemelerinde çok dikkatli davranılmalıdır.
Vergilemede ekonomik yaklaşım ilkesinin ikinci önemli kısmını ise vergi hukukundaki kanıt gerçek gelir esasına dayandırılması zorunluluğu oluşturmaktadır. Bu olgudan hareketle vergide “gerçek gelirin” vergilendirilmesi ilkesi ortaya çıkmaktadır. Bu ilke ve diğer vergilendirme ilkeleri gibi uluslararası vergi hukukunda yerini almış bulunmaktadır. Diğer bir anlatımla bu ilkeye göre “olası” veya “varsayımlara dayalı” gelirler üzerinden vergilendirme yapılamaz. Özellikle de gerçek kişi dışındaki şirketlere, kurumlara, kuruluşlara vb. işletmelere “gerçek gelir ilkesi” esasının uygulanması zorunlu tutulmuştur.
Bu konuya ilişkin bir ilke ise “vergide tahakkuk ilkesidir” ki bu ilkenin temeli muhasebe bilimine dayanmaktadır. Diğer bir anlatımla, gelir üzerinden alınan vergilerde gelirin tahsil edilmesinin gerekmediği, gelir olarak doğmasının yeterli görülmesi ilkesidir. Bu ilke sadece gelir bakımından değil giderleri de kapsamaktadır. Yani tahakkuk etmiş bir giderin fiilen ödenmeden önce gider olarak yapılmasına olanak sağlanmıştır.
Vergi hukukunda bir diğer önemli ilke ise “dönemsellik ilkesidir”. Bu ilkeye göre vergilendirilecek gelirlerin hangi dönemi kapsayacağıdır. Sözkonusu ilkeye göre, belirli bir dönem kapsamında olan gelirler vergilendirilir. Örneğin, Gelir ve Kurumlar Vergisinde genellikle takvim yılıdır. KDV ve BSİV uygulamaları ile stopaja tabi gelirlerde bu süre aylık olarak saptanmıştır. Birçok gelişmiş ülke bahse konu vergi türlerine ilişkin vergilendirme dönemleri aylık yerine üçer aylık dönemler olarak saptanmış olup gerek işletmelere gerekse muhasebe mesleği ile ilgili faaliyet gösterenlere daha rahat ve daha az hata yapma veya hatasız çalışma yapmalarına olanak sağlamakta, ayrıca bürokratik işlemler asgari düzeye indirilmiş olmaktadır.
Dünyanın globalleştiği yorumları, mal ve hizmet hareketlerinin artık kıtalar aşması, uluslararası ticaretin neredeyse uluslar üstü bir noktaya ulaşması, elektronik ticaretin “klasik vergi ilkeleri” döneminin artık geçmekte olduğuna işaret etmektedir. Nitekim, ekonomik ve hukuksal yapılar bu gelişmeye göre şekillenmektedir. Bu gerçek karşısında vergi hukukun da bu gelişme süresi dışında kalması mümkün değildir.
Ülkeler vergi politikalarını düzenlerken, bu politikaların sadece kendi içinde değil, diğer ülkeler nezdinde yaratacağı etkileri de dikkate almaktadırlar. Ülkelerin vergi sistemleri uluslararası alandaki ekonomik ve politik mücadelelerinin bir unsuru konumuna yükselmiş olup uluslararası yatırımlar, yatırım yapılan yerlerin belirlenmesinde o ülkenin “vergi iklimine” de dikkat etmekte, özellikle de sağlam bir hukuksal ve kamusal hizmetler altyapısına ve düşük vergi yüküne sahip ülkeler tercih edilmektedir ki bu özellikler KKTC için büyük önem taşır. “Vergi Rekabeti” diye de tanımlanan bu kavrama gerekli önemin verilmesi KKTC’nin sosyo-ekonomisine büyük katkılar sağlayacağına inancım tamdır.
“Vergi Rekabeti” olarak tanımlanan bahse konu kavram o kadar önem kazanmıştır ki artık hükümet yetkilileri ülkelerine yatırımı çekebilmek için pazarlama faaliyetlerinde bulunmaktadırlar. Bu nedenle, ülkelerin genellikle maliye ve ekonomi bakanları kendi ülkelerindeki vergi sisteminin “yatırım dostu” olduğunu ve “hukukun üstünlüğü” konusunda gerekli hukuksal yapıya sahip olduklarını yerli ve yabancı yatırımlara bizzat duyurmakta olup ülkelerine çeşitli sektörlerde yatırımcı gelmesi için uğraş vermektedirler.
Kanımca, bu uğraşlarını güçlendirmek için KKTC’de yıllar önce kurulmuş olan Yatırım Geliştirme Ajansını (YAGA’yı) etkin hale dönüştürebilirler.
Ancak, hangi konuda olursa olsun sağlanan teşviklere sadık kalınmalı ve yasalar arasında muhtemel çelişkiler süratle giderilmek suretiyle yatırımcıda yaratılması muhtemel “hayal kırıklığı” veya KKTC devletine olan veya olabilecek güven erozyonu önlenmelidir. Aksi halde yerli ve yabancı yatırımcılara devlet olarak sağlanan teşviklerin çeşitli nedenlerle kısıtlanması, kullandırılmaması veya vergilendirilmesi ambargolar dolayısıyla kısıtlı ekonomik potansiyele sahip KKTC ekonomisi yatırımcı kaybına uğramış olacaktır.
Özetle;
Verginin kamu giderlerini karşılamak için alınması, yasa ile konması vergi yükünün kişilerin ödeme güçleri ile orantılı olması, vergide genellik, eşitlik, adalet ve denge olması gibi ilkeler özellikle 19. Yüzyılda oluşmuş ilkelerdir.
20. yüzyılda bu vergileme ilkelerinin yeni uygulama alanlarına kavuştuğu bir dönemin başlangıcı içinde bulunduğumuz 21. yüzyıl ise tüm bu ilkelerin “tümünden” oluşan bir “vergi sisteminin” ve “vergi rekabeti” adı altında topluca pazarlandığı bir dönemdir.
Ülkemizin hızla değişen ekonomik koşullara ayak uydurmakta zorlandığı, bu nedenle vergileme ilkeleri yerine verginin %80’ni personel maaşlarına ayrılan bir bütçeye sağlayacağı kaynak miktarı, yani vergi gelirlerinin azalmaması ile ilgilenildiğini bu nedenle de özellikle son yıllarda gelmiş geçmiş iktidarların uluslararası vergi hukuku ilkeleri ve “vergi rekabeti” ile pek ilgilenilmediğini belirtmek hiç de abartılı olmayacaktır.
No responses yet