Geçtiğimiz hafta kaleme aldığım yazımda, çözüme ne kadar umarsızca ve bilinçsizce gittiğimizin ekonomik boyutta altını çizmiştim. Bu yazımdan sonar pek çok telefon ve mail aldım. Tamamındaki ortak nokta şu idi; “bu yazdıklarınızı biz nasıl kabul edebiliriz? Bu çılgınlık!!!”
Maalesef üzülerek söylemem gerekir ki ekonomi alanındaki bu adaletsiz ve Kıbrıs Türk sermayesini yok edici başlıkları bizler kabul ettik. O dönem Cumhurbaşkanı ekonomi heyetindeki üç arkadaş da hale hazırda bu yaptıklarının doğru olduğunu düşüne dursun, ben o gün de karşılarındaydım şimdi de… Buna benzer pek çok başlıkta verilen tavizler, Türk sermayesinin ve zaman içerisinde de Türk toplumunun adada yok olmasına neden olacaktır.
2004 yılında Annan Planına hayır diyen Güney Kıbrıs ın şimdilere evet diyeceği gündemde. Bunu gönülden ve isteyerek söylemeyecekleri aşikar. Yunan akademisyen Sakellaropulos adadaki durumu şöyle değerlendiriyor;
Annan Planı zamanındaki dönem ile şu an yaşanan dönem arasında büyük farklar var. İki dönem karşılaştırıldığında, Kıbrıs sorununun artık sadece adadaki toplumlar, Türkiye ve Yunanistan arasında olmadığını, bu sefer işin içinde İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) de bulunduğuna işaret eden Sakellaropulos, “Kıbrıs sorunu çok uzun yıllardır devam eden bir sorun ancak daha önce İsrail hiç bir zaman konuya müdahil olmadı. İsrail, sadece doğal gazın değil, Türkiye’den gelecek su nedeniyle, ki bu çok önemli bir faktördür, soruna müdahil olmuştur.” dedi. “Yunan hükümeti ekonomik kriz nedeniyle büyük baskı altında ve BM’den çıkacak önerileri reddedecek durumda değil” diyen Sakellaropulos, bu kez de Annan Planı’na yakın bir çözüm şeklini öngördüğünü ancak bu şekilde olduğu taktirde çözümün kalıcı olmayacağını söyledi.
Sakellaropulos, “Bana göre, Annan Planı’nın biraz değiştirilmiş şekli, birçok sorun yaratacak. Böyle bir planla bulunacak bir çözümün uzun süreceğini düşünmüyorum” diye sözlerine devam ederken; adadaki iki toplumun kontrolü dışında, zorlama ile varılacak bir anlaşmanın kesinlikle uzun çözümlü olmayacağının ve Güney Kıbrısı’ın Annnan Planı gibi bir zemini kabul edemeyeceğinin altını çizdi.
2004 Referandumunda her şeye rağmen “çözümü destekleyen Kıbrıslı Türkler”, sırf çözüm uğruna var olan sözleşme ve içeriğini dahi yeterince tartışmadan evet demişti. Şimdi ise karşımızda çok daha sancılı bir süreç var. Büyük bir olasılık ile Annan Planından daha ağır ve Kıbrıs Türkünü öncelikli olarak ekonomik anlamda 2. sınıfa düşüren sonrasında da resmi azınlık noktasına çekecek bir bir anlaşma ile karşı karşıya kalacağız. Yoksa Güney Kıbrıs buna neden evet desin ki?
Olası çözüm sonrası ülke çıkarlarını makisimize edecek olan ABD, İsrail , Türkiye ve Yunanistan’dan hiçbiri de varılacak olan anlaşmanın ADİL ve SÜRDÜRÜLEBİLİR olup / olmadığının umurunda dahi değil. Her bir Devlet kendi kişisel menfaatlerini düşünüyor. Böyle bir çözüm ihtimalinin ilerleyen dönemlerde büyük sorunlar doğuracağı da aşikar. Bu konuda da görüşleri sorulan Yunan Akademisyen Sakellaropulos; adanın yeniden birleştirilememesi durumunda resmi bölünmenin gerçekleşebileceğinin altını çizerken, “Türk tarafının kendi topraklarının bir kısmını Kıbrıslı Rumlara vermesi ve dengenin sağlanması Kıbrıs Rum tarafı için çok iyi bir anlaşma olur. Maraş ve Morfu (Güzelyurt) olabilir” diyerek tarafların bu yönde anlaşabileceğini, Türkiye’nin varlığının adada kalıcılaşmasının ise hem Türkiye hem de Kıbrıslı Türkler için bir avantaj teşkil ettiğine işaret etti.
Birleşme olmazsa başka çıkış yolu olmadığını söyleyen Sakellaropulos, “Bir çözüm bulmak pek kolay olmayacak. Tek vatandaşlığa sahip, iki toplum arasında iyi ilişkilerin olduğu ve İsrail, Türkiye Yunanistanla ve ABD ile iyi ilişkileri olan, iyi bir ekonomiye sahip olacak olan bir yapıda anlaşmak zor. Bence sonunda herkes bir şeyler alacak. Çözüm olasılığını hesaplayamam ama anlatmak istediğim esas nokta 2004’ten çok farklı bir durum olduğudur” dedi.
Yine geçtiğimiz hafta içerisinde, Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis, Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türkleri birbirinden ayıran şeyin din olmadığını, milliyetçilik olduğunu iddia etti geçtiğimiz haftada. Bir bakıma doğru bir açıklamaydı bu!!! Kim başlattı-kim bitirdi değil konu veya kim kime ne yaptı…Elbette önemli aslında ama şu an tartışılacak başlıklar değil bunlar. Umarım bir daha yaşanmaz ama geçmişte kaldı…Sn. Anastasiadis yerinde ve doğru bir açıklama yaptı, adadaki iki toplumu da “milliyetçilik” ayırdı. Peki sormak isterim, bugün her iki toplumda da bu “milliyetçlik” akımı sonlandı mı ? yoksa yeniden hortlaması ve sonuçta kavgaya dönüşmesinin hala ihtimali var mı? Az da olsa bu ihtimal var ise eğer, bu çözüm kısa bir zamanda içinden çıkılmaz bir hal alır….Ne tekim Güney Kıbrıs’ta buna ilk tepki DİKO Başkanı Nikolas Papadopulos’dan eldi.
Adada esen bu Barış rüzgarının sonu nereye varır bilmem ama şu an itibari ile adanın Kuzeyi “pireye kızıp yorgan yakma” noktasında. Bir taraftan iç siyasette yıllardan beri yaşanan olumsuzluklar, diğer tarafta Türkiye’nin belirli alanlarda yaptığı dayatmalar ve oluşan adaletsiz – menfaat ve çıkara dayalı yönetim şeklinden dolayı tüm umutlarını tüketmiş bir toplum. Tek çözümü bugün için çözüm görüp neye imza atacağından bir haber olan toplumumuz için umarım ve dilerim her şey istediklerine az da yakın olur. Çünkü bu sürecin yönetimi bizlerin elinde değil…Bizi yönetenlerin hiç değil ki zaten bir şeylerden de anladıkları yok…
No responses yet