“Vergi yapısı”, bir ülkede yasaların düzenlediği vergiler ile yükümlülerin, sorumluların ve uygulayıcıların görev, görev sorumluluk ve ödevlerini belirleyen mevzuat bütünlüğünün tanımlamasıdır.
Vergi uygulayıcıları ile yükümlülerinin karşı karşıya bulunduğu vergi mevzuatının dolaylı ve dolaysız vergileri, stopaj uygulamaları (kaynak vergi kesintisi), beyan usulü, vergi muafiyetleri, istisnaları, vergi oranlarının özellikleri vs. hususlara ilişkin düzenlemelerin toplam vergi hasılatına sağladığı katkılar o ülkenin yapısını belirler. “Vergi etkinliği” ise ülkede tahsil edilen vergilerin kompozisyonunu ve değişik vergi türleri arasındaki dağılımı göstermektedir.
Yükümlülerin vergiye ilişkin ödevlerini yerine getirip getirmediğini denetleyen, Vergi idaresi ile yükümlülerin arasında oluşan uyuşmazlıkların çözümü için uygulanan yöntemler, vergi yargısı ile yükümlülerin hesaplarını denetleyen veya danışmanlık yapan kurumlar veya kişilerin uygulamaları da o ülkenin “vergi sistemini” oluşturmaktadır.
Kamu maliyesinin en büyük kaynağını oluşturan vergiler her ülkenin sosyo-ekonomik durumunda çok önemli yer tutmaktadır. Dünya ekonomisinde meydana gelen sürekli ve çok sık değişimler dolayısıyla vergiler ile bunların etkin ve adil uygulanmasının esasını oluşturan vergi yapısı ile vergi sistemi çok sık değişikliklere uğramaktadır.
Bu değişiklikler arasında hedeflenen gelirlerin sağlanmasında en büyük etken vergi yapısının durumu, etkinliği ile vergi maliyetlerinin düşüklüğü, makroekonomik hedeflere ulaşmada engel oluşturmaması, bu hedeflere ulaşmaya çalışırken ekonomik büyüme, kalkınma ve benzeri hedefleri destekleyici ve gelir eşitsizliğini azaltıcı özellikleri kastetmekteyim.
Etkin vergi uygulamasının derecesi, yükümlünün ödediği vergi tutarı ile devletin kasasına giren tutar arasındaki farkın en düşük olduğu vergidir. Diğer bir anlatımla, tahsil edilen verginin en düşük maliyetle tahsil edilmesi olup bunun gerçekleştirilmesi vergi etkinlik derecesi olarak kabul edilmektedir. Ancak, vergilendirme ülke ekonomisini ve yatırımları yavaşlatacak şekilde uygulanmamalıdır. Diğer bir anlatımla, vergi etkinliği uygulamasında devlete sadece en yüksek geliri sağlamanın yanında her zaman vergi adaleti ile sosyo-ekonomik ihtiyaçlar da göz önünde bulundurulmalıdır.
“Vergi adaleti” dendiğinde tahsil edilen vergilerin gelir dağılımını olumsuz yönde etkilememesi, uygulanan vergilerin kişilerin veya işletmelerin vergi ödeme güçlerine oranında olacak şeklide düzenlenmesi gibi sosyo-ekonomik düzenlemelere olanak sağlayabilecek bir uygulamanın sağlanması olarak değerlendirilmelidir.
Vergi ödeme güçlerine göre yükümlülerin vergilendirilmesi tanımına karşılık olarak bazı kaynaklarda vergide eşitlik ilkesi gösterilmektedir. Bu nedenle “vergi adaleti” ile “vergide eşitlik” ilkeleri bazı durumlarda birbirlerinin yerine kullanılan kavramlar şekline dönüşmüştür.
Vergi ödeme gücüne göre vergilendirme ilkesinde yatay ve dikey adalet ya da eşitlik kavramları açıklanmaktadır. Aynı gelir grubunda ve statüde olan yükümlülerin aynı vergi yüküne sahip olması yatay eşitliktir. Farklı gelir grubuna ve statülere dâhil olan yükümlüler ise gelir grupları bakımından farklı vergi yükleri ile karşı karşıya olmaları durumu ise dikey adalet olarak tanımlanmaktadır.
Vergilerin etkinlik ve adalet açısından değerlendirilmesinde genel olarak gelir üzerinden alınan vergiler, tüketim üzerinden alınan vergiler ve servet vergileri üzerinden alınan vergiler olmak üzere üç grup altında incelenir.
Gelir üzerinden alınan vergiler emek ve sermaye olarak elde edilen gelir türlerini kapsamaktadır. Servet vergilerinde ise servetin transferi veya servetin elde tutulması (veraset vergisi, taşınmaz mal vergisi, motorlu araçlar vergisi gibi) dolayısıyla alınan vergi türleridir. Tüketim vergileri ise ithal edilen veya üretilen mal ve hizmet bedelleri üzerinden (KDV, BSİV, Gümrük Fon, Özel Tüketim gibi vs. ) alınan vergilerdir.
Genel olarak bakıldığı zaman özellikle alt gelir grubundaki tüketicilerin en çok karşı karşıya oldukları vergi türleri mal ve hizmet tüketilmesi dolayısıyla doğan tüketim vergileridir. Tüketim vergilerini adaletsiz yapan en önemli özellik, kişilerin gelir miktarlarına bakılmaksızın herkesten aynı oranlarda veya miktarlarda vergi alınmasıdır.
Diğer bir anlatımla dolaylı vergilerde zenginden ve fakirden aynı oranda veya miktarda malın veya hizmet tesliminde vergi alınması ve tabanı ile uygulama alanı en geniş vergi türleri olmasıdır. Tüketim (dolaylı) vergilerinin uygulanmasının daha kolay özellikler taşıması nedeniyle bazı ülkeler halkın alım gücünü ve vergi hukukunun öngördüğü birçok adalet ve eşitlik ilkelerini dikkate almadan gelir üzerinden alınan vergilere gerekli önemi göstermemektedir.
Bu ülkelerden bir tanesi KKTC’dir. Son yılların bütçe sonuçlarına bakıldığı zaman gerçekleşen vergi gelirlerinin genel olarak %70’ni dolaylı (tüketim) %30’nun ise dolaysız (gelirden) oluşmaktadır. Bu basit karşılaştırma bile KKTC’nin vergi yapısının ve sisteminin uluslararası normlardan ne kadar uzak ve adaletsiz olduğunu göstermektedir.
Vergi yapısını belirleyen faktörler ele alındığı zaman yürürlükteki vergilerin etkin ve adaletli olup olmadığını belirlemek için vergilerin özelliklerine göre sınıflandırılması ve toplam vergi gelirleri içerisindeki paylarının belirlenmesi gerekir. Genellikle, dolaylı vergiler (KDV, BSİV, Gümrü Fon vs. gibi) dolaysız vergilerin gelir üzerinden (Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi) alınan vergilere kıyasla daha fazla olduğu için adaletsiz olarak nitelendirilmektedir.
Öteyandan, genellikle dolaysız vergi uygulamalarında vergi adaleti bakımından artan oranlılığa önem verilmiş olup artan oranlı vergiler düz (tek) oranlı vergilere göre daha adil olarak kabul edilmektedir. Bir başka görüşe göre düz (tek) oranlı vergi savunucuları ise yüksek gelir grupları ile düşük gelir gruplarının aynı oranda vergilendirilmelerinin vergilemek adalet ilkesine ters düşmediği iddia edilmektedir. Ayrıca, bu görüşü savunanlar kimin tarafından elde edildiğine bakılmaksızın yükümlülerin elde ettikleri tüm gelir unsurları yükümlüler bakımından aynı oranda vergilendirildiği için vergilemede eşitlik ilkesinin sağlandığı ileri sürülmektedir.
Ancak, verginin vergi yükümlüsünün gelir miktarı üzerinde oluşturduğu yükün marjinal etkisi dikkate alındığında düz oranlı vergileme yerine artan oranlı vergilemede adalet ilkesine daha uygun olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
Özetle, tarihsel süreç dikkate alındığında dolaylı vergiler daha geniş tabanlı, erken ve pratik şekilde tahsil edilebilme özelliği taşırken dolaysız vergiler daha zor, gecikmeli ve belli gelir grupları üzerindeki kişi ve işletmelerden tahsil edilmektedir. Bu gerçeklerden hareketle dolaylı vergi uygulamalarının adaletsizliğini sınırlı da olsa azaltmak için temel ihtiyaç maddeleri düşük, lüks veya üst gelir gruplarının kullandıkları tüketim maddeleri yüksek vergi oranında tutulmasına çalışılmaktadır.
Gerek dolaylı vergi türleri gerekse dolaysız vergi türleri arasındaki adaletsizlik ilkesini kısmen de olsa gidermek amacıyla uluslararası vergilendirme ilkelerinde “ikili vergilendirme sistemi” veya “ayırım kavramı” (differential theory) olarak da anılan bir sistem yıllar önce uygulamaya geçirilmiştir. Bu sistem dolaysız türdeki vergilendirme işlemleri ile ilgili temel ilkelerde ve vergi adaleti ile ilgili temel kabullerde artan oranlılık ve emek gelirlerinin sermaye gelirlerine göre daha düşük oranda vergilendirilmesi öngörülmüştür. Nitekim, emek gelirlerinin matrahlarının hesaplanmasında çeşitli kişisel, ailevi ve sosyal güvenlik amaçlı vs. muafiyetler öngörülmüşken sermaye gelirlerinin matrahlarına brüt gelir esas benimsenmiştir.
Vergi yapısı ve sisteminin diğer bir özelliği ise ülkelerin sosyo-ekonomik yapılandırılmasında bunların bir enstrüman olarak kullanılması özelliğidir. Devletler sosyo-ekonomik amaçlarını gerçekleştirmek için bazı indirimler, istisnalar, muafiyetler getirmek suretiyle vergi adaletine katkıda bulunmaya çalışırken vergi tabanının daraltıldığı ve uygulamada gerek Vergi İdaresine gerekse yükümlülere çeşitli zorluklar çıkarabilmekte, vergi maliyetini artırmak yanında vergi denetim etkinliğinin azalmasına veya zorlaşmasına neden olmaktadır. KKTC vergi yapısı incelendiği zaman çok sayıda vergi muafiyeti, istisnası ve indirimine ilişkin kuralları içerdiğini ve denetim mekanizmasının gerektiği gibi olmadığını görmekteyiz.
Bunların bir kısmı yıllar önce sosyal devlet anlayışı tanımından kaynaklandığı, bir kısmının ise ekonomik gelişmeyi ve belirli sektörleri vergi maliyeti (muafiyeti) pahasına büyütmek amacıyla geliştirilmiş düzenlemelerdir. Kanımca, vergi reformu çalışmaları kapsamına bu konu da dâhil edilmeli ve günün sosyal ve ekonomik koşullarına göre yeniden düzenlenmelidir. Bu düzenlemeler yapılırken yükümlülere, özellikle vergilendirmeye ilişkin gereksiz ve zaman kaybına neden olacak belge alma-verme gibi ek külfetler getirilmesinden vazgeçilmesi, vergi memurlarının ise klimalı odalarda oturarak ve hiçbir çaba göstermeden “armut piş ağzıma düş” modundan da çıkmaları için gerekli önlemlerin alınmasına yetkililer azami hassasiyeti göstermelidir.
Vergi yapısı hakkında yukarıda belirtmiş olduğum adalet ve eşitlik ilkeleri her ülkenin sosyo-ekonomisinin planlanmasında ve uygulamasında büyük önem arzeder. Bu nedenle, ülkesine karşı gerçek anlamda aidiyet duygusu olan siyasilerin KKTC’nin sosyo-ekonomik gerçeklerini de dikkate alarak vergi adaletsizliğini düzeltmek amacıyla çok ciddi çalışmalar ve planlar yapmalıdırlar. Bu çalışmalarında kendilerine yol gösterici olacak olan kaynak 2013 yılında dört Kıbrıslı Türk uzman tarafından K.T.Ticaret Odasının katkılarıyla hazırlanan KKTC’de Kayıtdışı Ekonomi Boyutlarının Ölçümü, Çözüm Önerileri ve Eylem Planından yararlanılmalıdır. Bu konuda Bakanlar Kurulu Kararı olmasına rağmen 2013 yılından günümüze kadar gelmiş geçmiş hükümetlerin hiçbiri bu kaynaktan yararlanmayı maalesef gerçekleştirmemiştir. Bu konu oldukça düşündürücüdür.
Yıllardır her vesileyle vergi reformu yapacaklarını söyleyen siyasilerin kapsamlı hiçbir çalışma yapmadıkları gibi Kayıtdışı Ekonomi ile mücadele konusunda da hiçbir somut kararlılık gösterilmediği gibi yapılan uygulamalar ise her geçen gün uluslararası vergi yapısı ile sisteminden uzaklaştırıldığını göstermektedir. Çeşitli zamanlarda yapılan bazı yasal değişiklikler sadece belli kesimlere veya amaçlar için yapılmış olduğundan yürürlükteki yasalar arasındaki uyumu iyileştireceğine bunu daha da bozmuş olup çeşitli çelişkiler oluşmasına neden olunmuştur.
Vergi reformu bir paket halinde ele alınarak dolaylı, dolaysız ve servet türündeki vergiler ile yürürlükteki teşvik mevzuatı arasında paralellik oluşturacak ve hedeflenen sosyo-ekonomik hedeflere ulaşılmasında uluslararası vergi hukuku ilkelerine uygun gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Ayrıca, verginin tabana yayılması, vergi ağının etkinleştirilmesi, yükümlü haklarının korunması ve bürokratik hantallığın kaldırılması için de gerekli düzenlemelere de gerekli önem verilmelidir. Bu çalışmalar yapılırken vergi yapısının ve sisteminin ayrılmaz bir parçası olan Vergi İdaresi çalışanlarının bilgi, beceri ve tecrübelerinin artırılması ile organizasyon ve lojistik destek gereksinmeleri de dikkate alınması gerekir. Bu reformun gerçekleştirilmesi için gerekli olan en önemli unsur siyasi karlılık ve dünya uygulamaları paralelinde düzenlemeler yapmaktır.
Hedef, çağdaş vergi hukuku normlarında, pratik uygulanabilir, vergi maliyeti düşük, kendi içerisinde uyumlu, istismarları önleyici etkin ve adaletli bir vergi yapısının oluşturularak KKTC’nin sosyo-ekonomik yapısına katkılar sağlamak olmalıdır.
No responses yet