İşletmeler, ticari faaliyetlerini yürütürken her zaman mal veya hizmet satışlarının hasılatlarını azami düzeye çıkarmak, buna karşın da maliyetlerini asgari düzeye çekmek veya bu düzeyde tutmak için çaba gösterirler.

Sonuçta, bu çalışmalar işletmelerin brüt satış kârlarını oluşturur. İşletmelerin brüt satış kârlarının üzerine, varsa sair gelirler eklenir ve ilgili dönemde münhasıran gelirin elde edilmesi ile ilgili yapılan ve vergi mevzuatının öngördüğü harcama miktarları brüt kârdan düşülmek suretiyle işletmelerin Net Mal Kârı (Matrahı) veya Net Mali (Vergi) Kârı saptanır. Piyasa esaslarına göre hesaplanan safi kazanç (Net Kâr) veya safi zarar hesaplaması ilgili işletmeyi ilgilendirirken Vergi İdaresini “matrah” veya “vergi zararı” ilgilendirir.

İşletmelerin, net kârları üzerinden saptanacak matrahları olması halinde bu kârlar üzerindeki verginin devletin alacak payı hakkının olarak hesaplanmak suretiyle ayrılması ve ödenmesi gerekir. Devletin bu kârlar üzerindeki vergi alacak payı haklarına kurumlar veya gelir vergisi denir. Hesaplanan bu vergi, işletme, işletme sahibi, ortakları veya şirketin tüzel kişiliğinin tasarrufundan çıkarılarak bir defada veya belirli sürelerde devlete ödenir. Diğer bir ifade ile devlet işletmelerin birer doğal ortağıdır.

Devlete ödenen vergi miktarı, işletmelerin bu vergiyi hesaplamak amacıyla elde ettiği Dönem Net Kârına bölünmesi suretiyle işletmenin elde ettiği Net Kâr üzerinden ne kadarlık bir oranda vergi ödediğini gösteren rakam, işletmenin “vergi yükünü” oluşturur. Vergi yükünün saptanması aşağıda belirtilen iki türde hesaplanması halinde işletme yetkililerine daha gerçekçi veriler sağlamak bakımından önemlidir.

Ödenen Verginin Net Ticari Kâra olan vergi yükü oranı;

Net Mali Kâra (Matraha) olan vergi yükü oranı.

Bu iki tür kavram arasındaki fark şöyledir. Vergi Yükünün Net Ticari Kâr oranı esası, işletmenin vergi mevzuatındaki gider kısıtlamaları dikkate alınmadan yukarıda belirtildiği şekilde hesaplanan miktardır. Vergi Yükünün Net Mali Kâr oranı ise ilgili Net Ticari Kazançtan geçmiş yıl veya yılların zarar mahsubu (5 yıla kadar) yapıldıktan vergi mevzuatının öngördüğü yasal amortismanlar ile yatırım indirimleri yapıldıktan vs. teşvikler dikkate alındıktan sonra hesaplanan miktardır.

Birinci türde yapılacak hesaplama normal ticari işlemler sonucu ödenmesi gereken vergi yükü oranının, ikinci türdeki vergi mevzuatının işletmelere sağladığı dolaylı veya dolaysız teşvikler sonucu ödenmesi gereken vergi yükü oranından çok daha yüksek olduğu açıkça görülecektir. Diğer bir anlatımla, söz konusu vergi yükü oranı vergi mevzuatındaki indirimler ve teşvikler dolayısıyla büyük ölçüde düşmektedir; yani Devlet, Net Ticari Kârlar üzerinden alması gereken vergilerden işletmelerin doğal ortağı olması nedeniyle işletmeler leyhine dolaylı vergi fedakârlığı yapmaktadır.

Önemli olan devletin yapmakta olduğu vergi fedakârlığının ekonomi üzerinde yarattığı bu fedakârlığın (vergi maliyetinin) makul ve mantıklı olup olmadığı konusudur. Genel bütçe gelirlerinin %80’e yakın kısmının kamu çalışanlarının maaşlarına harcanması ile düşük hizmet verimliliği devam ettiği sürece hükümet edenler ile edecek olanlardan pek de olumlu düzenlemeler yapmasını beklemek olanaksızdır.

Hal böyle olmasına rağmen özellikle TL’nin döviz karşısında çok ve sürekli kırılgan olmasının mal ve hizmetler üzerinde neden olduğu ek maliyet artışları pahalılığa neden oluşturduğu için fiyatlar sürekli artmakta olup ekonomi olumsuz yönden etkilemektedir. Bu fiyat artışlarından devletin daha fazla vergi gelirleri elde edileceği zannedilirken tam bunun tersi olmaktadır. Bugünkü piyasada meydana gelen maliyet artışlarına bir de TL’nin döviz karşısındaki değer kaybı ile bu durumun geleceği hakkında kesin bilgilerin olmayışının yarattığı belirsizlik de fiyatlar üzerinden olumsuz etkiler yaratmaktadır.

Öteyandan, bu durum karşısında tüketicilerin alım gücü de sürekli düşüş gösterdiği için piyasadaki alış verişlerin hacmi daralmakta dolayısıyla da devletin vergi gelirleri de olumsuz yönde etkilemektedir.

Bu durumun gerek dolaysız gerekse dolaylı vergiler üzerinde büyük etkisi olduğu muhakkaktır. Bu durum karşısında hükümetin alacağı bazı önlemleri ülkenin sosyo-ekonomisine olumlu yansıması için sadece döviz kurlarının sabitleştirilmesi hakkında düzenleme yapması yeterli olmayacağı gibi bunların tüm kesimlere ve özellikle dar gelirlere erken ve/veya gerektiği gibi yansıması mümkün olmayacaktır.

Esas olan özellikle tüketim mallarının (temel tüketim mallarının) KDV ve Fon oranlarının aşağı çekilmek suretiyle işletmelerin maliyetlerine ekledikleri vergi, resim ve harçların neden olduğu fiyat artışlarının dar gelirlinin alım gücünde yarattığı azalmasını kısmen durdurmak veya yavaşlatmak olmalıdır. Ekonomi literatüründe “Tüketim Mallarının” veya “Temel Tüketim Mallarının” en basit ifadesi şöyledir; “Hane halkının ihtiyaçlarını doğrudan doğruya karşılamak amacıyla piyasadan satın alıp temel ihtiyaçlarını karşılamak için tükettikleri mal ve hizmetlerdir”. Diğer bir anlatımla, halkın gıda, temizlik, ilaç, akaryakıt, eğitim vs. acil ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla öncellikle satın almak durumunda olduğu temel tüketim mal ve hizmetlerdir.

Diğer önemli bir husus ise KKTC’de faaliyet gösteren eğitim kurumlarının uyguladığı döviz esasındaki okul harçlarıdır. Devlet bu kurumlara arazi tahsisleri dâhil onlarca vergi muafiyeti sağlamakta olup, zannedersem devletin de bu kurumlardan döviz esaslı harçları Türk Lirasına dönüştürmelerini talep etme hakkı vardır ve devlet bunu yapmalıdır.

Hiç şüphesiz yüksek vergilerin neden olduğu olumsuz ortam ve kayıtdışılığın yarattığı gelir kaybını ve haksız rekabeti önlemek devletin en başta gelen görevidir. Devletin bu alacak hakkını devletin tasarrufuna geçirmek ve eşit rekabet koşulları yaratmak için eğitimli, vergi ilmine vakıf, vizyon sahibi ve mesleğine bağlı vergi inceleme elemanlarının görevlendirilmesi ile mümkündür.

Öteyandan, temel gıda maddelerine ilişkin vergi oranlarının ve fonlarının indirilmesi ve ek mesailerin kısıtlanması haricinde gereksiz harcamaların azaltılması ve kayıtdışı ekonomi ile etkin ve kapsamlı bir mücadelenin halen başlatılmadığı gibi şimdiye kadar verilen beyanatlar haricinde hükümetin hiçbir yönetsel veya vergisel düzenleme yapmadığı gibi özellikle TL kredi faizleri hakkında da herhangi bir düzenleme yapmaya yönelik bir iradenin de olmadığı gözlemlenmektedir.

Sosyo-ekonomik kalkınmamızın esasını teşkil eden faiz yasası ile vergi ve fonların yeniden düzenlenmesi için genel bir ekonomik reforma ihtiyaç vardır. Yapılacak vergi reformu dolayısıyla ilk aylarda devletin meydana gelebilecek gelirleri kayıtdışılıkla mücadelede elde edilecek vergi gelirleriyle giderileceği de unutulmamalıdır. Önemli olan vergi resim ve harçlar ile enflasyonun neden olduğu ek vergi yüklerinin asgariye indirilmesi, kişisel harcamalar için döviz borçlanmasına caydırıcılık getirilmesi TL esaslı borç faizleri hakkında gerekli düzenlemelerin yapılması ve bir an önce TC-KKTC Protokolü kapsamında açılacak projeler vasıtasıyla sıcak para akışına olanak vermek suretiyle piyasaya hareketlilik getirmeyi sağlamaktır.

Bu konuda gelmiş geçmiş hükümetler tarafından oluşturulan Ekonomik Koordinasyon Kurulunun da bu hususta herhangi somut bir çalışmasını henüz görmüş değilim. Zaten bu Kurulu oluşturan müsteşarların günlük işlerle uğraşmaktan geriye ne düşünecek ne de üretecek zamanları kalır. Bu nedenle kaçınılmaz bir durum olan ve ne zaman normale döneceği belli olmayan mevcut ekonomik olumsuzluk durumuna karşı bazı önlemler almak amacıyla hükümet edenlere yardımcı olmak amacıyla mali ve ekonomik uzmanlar ile sivil toplum örgütleri temsilcilerinin yeralacağı bir kriz masasının oluşturulmasının yararlı olacağı görüşündeyim.

Tags:

No responses yet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir