“Vergi” tanımı ile kavramı tarihin her döneminde farklı algılamalara ve uygulamalara neden oluşturmuştur. Bu bağlamda verginin ülkelerin anayasalarında yer almasının temel nedeni, hükümetlerin yasasız, ölçüsüz, adaletsiz vergi salma eylemlerine karşı halkı kötü niyetli yönetimlerin uygulamalarından korumak olmuştur.

Bu bakımdan, gerek ülkemizde, gerekse temel vergi ilkelerine anayasalarında yerveren diğer ülkelerde vergi hukukunun incelenmesi ve gelişen sosyo-ekonomik durumlar paralelinde güncelleştirilmesi gereksiniminin ortaya çıkmasını kaçınılmaz kılmıştır. Anayasalarda öngörülen “Vergi Ödevine” ilişkin yasallık, adalet, eşitlik, genellik ve geriye yürümezlik ilkelerinin gerektiği gibi uygulanabilmesi için demokratik ülkelerde olduğu gibi vergi etkinliğinin ve güven duygusunun tesisi amacıyla vergi yönetiminin öncelikle bağımsız bir statüye kavuşturulması gereklidir.

Ayrıca, bağımsız statünün zaman süreci içinde siyasallaşmasına olanak verilmemesi için de vergi uygulama mekanizmalarının olmazsa olmazlarından olan vergi inceleme ve itiraz mekanizmalarının da bağımsız Vergi Tahkim (Tax Tribual) kurullarından oluşması sağlanmalıdır. Örneğin, birçok ülkede olduğu gibi bu konuda en yakın siyasi ve ekonomik rakibimiz olan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Türkiye ve tüm diğer demokratik ülkelerde gerekli mevzuat vergi hukuklarında yeralmaktadır.

Demokratik toplumsal düzen, insanların hür, mutlu ve bağımsız olarak toplum halinde yaşayabilmeleri için vardır. Günümüzün özgürlüklere bağlı toplumlarında siyasi iktidarlar, bu amaçla sosyo-ekonomik düzeni kurup korumaları gerekir. Bunu yapabilmek için de hükümetlerin kısa, orta ve uzun vadeli plan ve programlara ihtiyacı vardır. Bu plan ve programların ülke gerçekleri ve özellikleri gözönünde bulundurularak uzman kişiler tarafından hazırlanmalı ve cesaretle uygulanmaya konmalıdır. Bu konudaki düzenlemelerin başarıya ulaşabilmesi içinde öncelikle halkın yönetime olan kaybedilmiş güveninin tekrar kazanılması ile başlanmalıdır. Bunun başarılmasında en önemli etken ise sivil toplum örgütleri ve meslek kuruluşları ile yapılacak görüşmelerde ülkenin gerçekleri gözönünde bulundurulmasıdır.

Bu amaçla demokrasi ile yönetilen ülkelerde siyasi iktidarların sosyal ve ekonomik düzeni koruyup geliştirmeleri amacıyla gerekli önlemleri zamanında almaları için çalışmalar yapmaları asli görevleri olmalıdır. Ancak, KKTC’deki iktidar uygulamalarına bakıldığı zaman toplumsal düşünce ve refah yerine bireysel veya zümresel çıkarlara yönelik uygulamaların çok yaygın olduğunu görmekteyiz.  

Bahse konu durum özellikle tarihin monarşi veya tek adam yönetimlerinde çok daha fazla görülmüştür.  Bu bağlamda vergilendirme yetkisi devletin ortaya çıkışına dayanmakla beraber vergilendirmenin, KKTC’de gerektiği gibi gerçekleştirilmediği dolayısıyla da yapılan sosyo-ekonomik düzenlemelerin anayasal ilke ve düzeyine kavuşması da bugüne kadar mümkün değildir. Özellikle vurgulamak gerekirse bunun başlıca nedeni, menfaate dayalı siyasal yapılanma dolayısıyla şeffaf, hesap verebilirlik ve denetim ilkelerine gerekli önemin verilmeyişi ile cezai müeyyidelerin eksikliği veya uygulanmasına yönelik siyasilerin isteksizlikleri nedeniyle bu konuda gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasından kaçınmalarıdır. Bununda başlıca nedeni “iki dudak arası” yetkilerini ve siyasi rantlarını kaybetmek istememeleridir.

Mutlakiyetçi yönetimlerde kamu hukuku ile özel hukuk ayrımı bulunmamakta, bulunsa dahi buna dikkat edilmemektedir. Tıpkı monarşik devlet yapılandırmalarında olduğu gibi. Diğer bir anlatımla, bugünkü iktidar devlet yönetimindeki sınırsız egemenlik yetkisi ve mülkiyet hakkı olduğunu zannederek icraatlar da bulunduğu gibi.

Vergilendirme yetkisi ile ilgili tarihe bakıldığı zaman tek kişi egemenliğinde, yani monarşi ile yönetilen ülkelerde, vergi koyma hususunda herhangi bir sınırlandırma hükmü yoktu. Kral , padişah veya hükümdar vergiyi topluma karşı bir baskı mekanizması olarak kullanmakta ve insanlar da o dönemlerde iktidarın kendine atfettiği bu yetkiye körü körüne bağlı kalmaktaydı. Öyle ki, ortaçağ döneminde  “Krala, asilzade kanını, papaz duasını, halk da vergisini verir” anlayışı egemendi. Bu düşünce, baskı altında ki hakkaniyete aykırı vergi toplanmasına karşı uzun süre ses çıkarmasını engellemekteydi.

Zamanla halkın monarşi baskısı altında ezilmesi, beraberinde demokratikleşme hareketlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Adil olmayan vergilere karşı ilk başkaldırı hareketi genel bir halk tepkisi şeklinde 13. yüzyılda İngiltere de ortaya çıkmıştır. Zamanın İngiliz kralı ile feodal beyler (derebeyler) arasındaki amansız savaşlar sonucunda kral yenilmiş ve 1215 yılında “Magna CartaLibertatum” yani “Büyük Özgürlük Fermanı” kabul edilmiştir. Magna Carta demokrasi tarihinde, kralın genel olarak egemenliğini, özelde de vergilendirme yetkisini sınırlandıran ilk yazılı temel belge olması nedeniyle son derece önemlidir. Altmış beş maddeden oluşan bu tarihi belgede kralın vergi yetkisini sınırlandıran en önemli maddelerde şu ifadeler yeralmaktadır:

Krallık meclisinin genel oluru olmadan vergi, askerliğe karşılık para veya yardım toplanamayacaktır. Bu amaçlarla ancak makul bir yardım toplanabilecektir. Görüldüğü üzere sözkonusu “Büyük Özgürlük Fermanı” vergi alımını bir meclisin iznine bağlayarak, günümüz modern demokrasi anlayışının ele aldığı anlamda olmasa bile, verginin yasallığı ilkesi doğrultusunda karşımıza çıkan ilk yasal düzenlemeyi içermektedir. Ayrıca, “makul bir yardım” ibaresinin ise verginin orantılılığı ilkesine dayanak oluşturulması gerektiği ifade edilmektedir.

“Özgür hiç kimse mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak” maddesindeki ifade vergilendirmeye ilişkin bir sınırlandırma kuralının asırlar önce yer aldığını görmekteyiz.

Yukarıda belirtilen ilkelerin temellerini devletlerin bugünkü anayasalarında görmek mümkündür. Nitekim, bahse konu Fermanda yeralan “özgür hiç kimse mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacaktır.” Kuralı birçok devletin Anayasalarında da yeralmıştır. Örneğin, bu konuda Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın 24(4) maddesinde yeralan bu benzeri düzenleme aşağıdaki gibidir.

“Madde 24(4) – Gümrük resimleri dışında herhangi bir nevi vergi, resim veya mülk vergisi yakıcı veya yasak edici olamaz”

Ayrıca, 1900’lü yıllarda ABD Yüksek Mahkemesi’nin bir vergi davasında vermiş olduğu kararında “verginin mahvedişi (power todestroy) olmayacağı” konusunda karar vermiştir. Bu kurala benzer bir kuralın KKTC Anayasasında yeralmamış olması maalesef büyük bir eksiklik olduğu kanaatindeyim. Bu konuda anayasalara benzeri kural konmasının esas amacı hükümet edenlerin bazı kişi veya işletmelere karşı çeşitli nedenlerden dolayı taşıdıkları kişisel kin veya çeşitli nedenleriyle vergi yöntemleriyle intikam almalarını veya kişisel duygularının tatminini önlemektedir.

Bunların yanısıra dönemin düşünürlerinden olan Adam Smith’in “devlet-iktisadi olaylar-maliye” üçleminde topluca ortaya koyduğu ve dört temel üzerine kurulu vergilendirme ilkelerinden de bahsetmek yararlı olacağı kanaatindeyim. Bu ilkelerin “eşitlik”, “mali güç”, “yasaların belirliliği”, “ödeme kolaylığı” ve “vergi tahsilatının masrafsız bir şekilde yapılması” şeklinde asırlar önce öngörülmüştür.

Bu ilkelerden tümünün özellikle de eşitli ve ödeme gücü ilkelerinin günümüz anayasalarında ve vergi hukukunda da yeralmış olması bu konuda asırlar önce öngörülmüş olan bu ilkelerin ne kadar doğru olduğunu gösterme bakımından çok önemli göstergelerdir.

1628 yılında “Haklar Dilekçesinin” (“Petition of Rights”) ortaya çıkmasıyla vergi konusunda genel olarak kral tarafından Parlamento’nun onayı olmaksızın, vergi, hatta bağış ve hibe isimler altında halktan isteğe bağlı yardımların da alınamayacağı düzenlenerek, kralın keyfi işlem ve eylemlerine sınırlama getirilmesi amaçlanmıştır.

1689 yılında meydana gelen “Haklar Demecinin” (“Bill of Rights”) ilgili maddelerinden bir tanesi ise vergi almanın ancak parlamentonun oluru ile gerçekleşebileceğine vurgu yapılarak, aksi hallerin gayri yasal olacağı belirtilmiştir. Nitekim, bu tarihi neden dolayısıyladır ki hala daha bugün Birleşik Krallıkta her yıl vergi toplamak için Kraliçe bir “Müzekkere” yayımlar. Bu uygulamaya benzer düzenleme Kıbrıs Cumhuriyetinin kuruluşuna kadar Kıbrıs’ta da devam etmiştir.

(DEVAM EDECEK)

Tags:

No responses yet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir